Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

26 Kasım 2010 Cuma

akşam eve yürüdüm...

İş çıkışları her taraf çok kalabalık... Otobüse, minibüse binmek bile bir lüks olabiliyor, hele ki, ayakta bile yer bulmuş olmak ve bir toplu taşıma aracına kapak atmış olmak, eve ulaşabilmek... harika..

Bu akşam arkadaşım beni bıraktığında kendimde otobüs ya da minibüs bekleme enerjisini, diğer kişileri geçip, toplu taşıma aracına binmeye çalışma enerjisini bulamadım. Ben de yürüdüm.

Yağmur yağıyordu, uzun bir yokuşu ağaçların yanından yürüyerek aşağıya doğru gittim, gittim, gittim. Yokuşun sonuna doğru yorulduğumu hissettim. Beni yoran yürüyüş değildi, belki biraz ağırlaşan çantamın etkisi vardı, ama asıl yoran...

Asıl yoran yanımdan hızla geçip giden arabaların sesiydi. Dinginliğe yer bırakmayan bir gürültü silsilesi... Beynimin içine dolan kakafoni...

Sonra iç sesim konuşmaya başladı:

-Ah şekerim, reflüm azdı bu aralar.
-Aaaa, sen de reflü mü var?
-Evet, biraz da ödem.
-Bende de panik atak var.
-Ay çok zor şekerim, bizim çocuk da hiperaktif üstünüze afiyet...

Artık insanların arasında hastalıkları da bir statü nedeni, çünkü bu hastalıkların nedeni stres ve stresiniz varsa, siz çok şeyler yapıyorsunuz demektir, ne kadar stres, o kadar iyi... Çünkü artık rahat yaşamaya hakkınız ve aslında isteğiniz de yok, ama soracak olursak, yok canım, kim rahat yaşamak istemez ki?

Deniz kenarına ulaştığımda yağmur yağıyordu ve denizin üzerine düşen yağmur damlalarının ortaya çıkardığı sudaki izleri benden başka gören kimsenin olmadığını farkettim.

Yıllar önce bir tatilde eski koca, İskoç bir arkadaş ve sevgilisiyle Olimpos'a gittik. Dakika bir, gol bir, eğleneceğiz. Biz dışarıda otururken, eski koca gidip arabanın radyosunu açtı, müzik dinleyeceğiz diye. İskoç arkadaş bize aksi aksi baktı ve sadece, kapat onu dedi. Biz şaşırmıştık, insan müzik dinlemez mi? Biz buraya doğayı dinlemeye geldik, müziği evinde dinle, dedi.

Geçen gün Göksu deresi kenarında bir yere kahvaltıya gittim. Dere kenarı, tıkır mıkır işleyen motorlarıyla dingin suyu yararak ilerleyen küçük teknelerin sakinliği, kuşların uçuşu, kedilerin oynaşması... Bu arada orada çalan ve arada cızırtılar çıkartan radyo kanalının sesi her şeyin içine etti. Hesabı ödemeye gittiğimde, keşke radyoyu hiç çalmasanız, hatta böyle cızırtı yapan bir kanalı dedim. Garson baktı ve haklısınız dedi. Dedi, ama radyoyu kapattı mı? Hayır!

Doğadan koparılmış yaşıyoruz, ama farkında bile değiliz.

Sonra da reflü diyoruz, panik atak diyoruz, stres diyoruz...

Yağmurda ortaya çıkmış olan salyangozları görmüyoruz, yağmurdan korkmadan altında yürümüyoruz, kuş seslerini duymuyoruz. Ufacık ayrıntılarda koskoca bir dünyayı kaçırıyoruz ve sonuçta kendimizi hasta ediyoruz.

Bol yürüyüş...

Bu akşam televizyondaki filmde yaşlı adam sanki bir mesaj verdi: İnsan yürüyünce zihni de dinleniyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder