Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

14 Kasım 2010 Pazar

Sahilde tek başına...

Ben akşamları dışarıda olmayı fazla sevmem, ya da sevmezdim diyelim. Akşamları evimin sıcaklığında ve güvenli bir ortamda olmak bana iyi geliyor.
Erol Evgin'in şarkısındaki gibi 'evlerin ışıkları bir bir yanarken, sen gel, bir de bana sor'...
Kasım'ın gereği güneş erken battı ve karanlık erken çöktü. Otobüse atladım ve Ortaköy'e gittim. Hiçbir amacım olmadan bir yerlere gitmek beni mutlu ediyor, hele de bir toplu taşıma aracındaysam kendimi hiç bilmediğim bir şehirde turistmişim gibi hissediyorum.
Ortaköy'de sahilde kısa bir turdan sonra kumpir alıp yürüyüşe başladım. Sakin kaldırımlar, boş parkların yanından geçtim ve elimdeki kumpiri tam bir çöp tenekesinin yanından geçerken bitirdim. Çöpü elimde fazla taşımamak çok iyi geldi doğrusu.
Teknelerin kaldırım kenarını kapladığı ve denizin hiç görünmediği yerlerden sonra olta balıkçılarının konuşlandığı sahil bölgesi başladı. Oltalar ve aksesuarları çok gelişmiş, oltaların ucunda yeşil ışıklı uçlar var, sanırım oradan oltaya balık vurup vurmadığını karanlıkta kolayca görebiliyorsunuz. Oltalar tripod benzeri bir ayağın üstüne konuyor, yanyana dört tane olta koyabilirsiniz bu ayaklara. Oltaların başındaki erkeklerin ilginç bir profili var, hepsi dikkatini oltaya vermiş, sadece balık konuşuyorlar neredeyse. Ellerinde genelde teneke biralar ya da çekirdek pakedi var. Oldukları yerlerin çoğu çekirdek kabuklarıyla kaplı. Hallerinden çok memnun oldukları hissini veriyorlar, o kadar sakin, o kadar dingin oturuyorlar ki oltaların başında, yanlarından geçen kimseyle ilgilenmiyorlar, tüm dikkatleri denizde ve denizden çıkması beklenen balıklarda... Hangi boyda bir balık tutacaklarını biliyorlar mı, bilmiyorum, ne kadar bekleyeceklerini bilip bilmediklerini de bilmiyorum, ancak bir tür meditasyon yaptıklarından eminim.
Sahilde tek başına yürümenin en güzel yanı, hiç görülmeyenleri, dikkati çekmeyenleri görebilmek,farkedebilmek... 41 yıldır İstanbul'da yaşayan ben ilk defa Rumelihisarı'nın bir duvarında bir aslan kafası heykeli farkettim.
Denizin dinginliği, insanların koşuşturmadan yürümeleri, birbirine sarılmış çiftler, balıkçılar ve her şeye dışarıdan bakan ben...
İki dudağını büzüp, hüüüüüüüp sesini çıkartırken nefesini içine çeker gibi bedenimi küçülttüğümü varsaydım, dünyada fiziken varolmadığımı, herkese dışarıdan baktığımı.... Sadece baktım, baktım, baktım...
Kocaman pencereli evlerin önünden geçtim. Işıkları yanan evler, içlerinde değişik hayatları barındıran evler, duvarları her şeye tanık olan evler... Kimler var oralarda, neler var?
Bunların cevabını bulamadan eve geldim, zaten kim bulabilmiş ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder