Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

30 Ekim 2010 Cumartesi

çok yoğunum, çok yoğunum...

Bu aralar herkes çok yoğun. Bir yoğunluk, bir yoğunluk, sanki artık nefes alınacak bir an bile yok, tuvalete gidemezsiniz, yemek yiyemezsiniz. Kimse kimseyi arayamıyor, göremiyor, kimseyle görüşemiyor.
Herkes bir şeyler yapmak istediğini söylüyor, telefonla aradığınızda şöyle bir tepki geliyor, aaaah şekerim öyle yoğunum ki, ben de görüşmek isterim ama... görüşelim tabii, ama ne zaman... ay şekerim, hep aklımdasın, bir türlü arayamadım...
Evet, artık zaman daha hızlı akıp gidiyor, hayat daha hızlı yaşanıyor. Maalesef James Dean gibi 'hızlı yaşa, genç öl' dönemi bitti, artık 'hızlı yaşa, ya parkinson ya alzheimer, seçimini yap' döneminde yaşıyoruz.
24 saat denen ama artık 16 saat olarak yaşanan bir güne her şeyi sığdırmaya çalışıyoruz. Özellikle biz kadınlar kariyer alanında kendimizi göstereceğiz diye üçü bir arada Nescafe gibi bir yaşam sürmeye çalışıyoruz. Kariyer alanında kahve gibi, çocuklarımıza karşı şeker gibi, eşlerimize karşı krema gibi olmaya çalışıyoruz. Sonunda da harap oluyoruz.
Bu kadar çok arzın olduğu bir dünyada, üçü bir arada'nın taleplerini karşılamak için sürekli kendimizi bırakıyoruz, ya krema ya şeker ya da kahve biçiminde yaşamaktan kendimizi unutuyoruz. Sıra kendimize geldiğinde ise durumumuzun tek adı var: Çok yoğunum...
Son zamanlarda buna çok takılır oldum ve ne zaman 'çok yoğunum'desem, yoğunluğun ne anlama geldiğini sorar oldum.
Aslında yoğunluk falan yok, herkes yapabildiğini yapıyor. Birine bakıyorsunuz, çok yoğunum diyor, ama iş saatlerinde olabildiğince çok konuşup mesai saatlerini harcıyor, ama sonra mesaiye kalıyor. Birine bakıyorsunuz, bilgisayarın önünde kahve içiyor, ama sorduğunuzda çok yoğunum diyor, ya da sigara molası biraz fazla...
İşler yoğun olduğunda da bir şekilde yetişiyor. Eskiden böyle bir mail gelirdi: İşler yetişir...
Aslında işler yoğun da olabilir tabii, ama sürekli yoğunum deniyorsa, bunun altında tek bir neden vardır: Ego kendini önemli göstermek istiyordur, önemli hissetmek istiyordur.
Bunun altında 'ben o kadar önemliyim ki, sürekli yoğunum, sürekli bir şeylerle ilgilenmem gerekli, aaah ben o kadar önemliyim ki' yatıyordur.
Ekonomik düzende, ekonominin yürümesi için yapılan satışlar kafamızı çok feci bulandırıyor. Her şeyin bir üst modeli 15 gün içinde çıkıyor, elimizdeki hemen eskiyor, daha biz gözümüzle eskitmeden. Hep daha çok şey almak, daha çok tüketmek zorundayız. Eee, ne oluyor, dikkatimizi, algılarımızı, antenlerimizi, kanallarımızı sahip olmak istediklerimize çevirdiğimizden artık kendimizi görmeyi bıraktık. Kendimizin değerini ancak yoğunluğumuzla ölçer olduk, çünkü diğerleri o zaman bizi çok önemli kişi yerine koyuyor, çünkü kendisinin o kadar da yoğun olmadığının farkında. Siz ne kadar yoğunsanız, karşınızdaki de o kadar yoğun olduğunu söylüyor. Kısasa kısas... Öhöm, öhöm, ben de senin kadar değerli, senin kadar önemli, senin kadar yoğunum...
Yoğun olabilirsiniz, zamanınızı tam planlayamıyorsanız..
Yoğun olabilirsiniz, sürekli mükemmelliğin peşinden koşuyorsanız...
Yoğun olabilirsiniz, her şeyi ben yapacağım diye tutturduysanız...
Yoğun olabilirsiniz, yapmam gerekiyor diye düşündüğünüz şeyleri yapmaya devam ediyorsanız...
Yoğun olabilirsiniz, sadece hayattan kaçmak istiyorsanız...
Yoğun olabilirsiniz, önceliklerinizin farkında değilseniz...
Yoğun olabilirsiniz, acil olanları değil, sırasız her şeyi yapmaya çalışıyorsanız...
Yoğun olabilirsiniz, yaptığınız şeyin kişiliğiniz olduğunu düşünüyorsanız...
Yoğun olabilirsiniz, egonuza yenik düştüyseniz...

Sizin yoğunluğunuz hangisi, farkında mısınız?

2 yorum:

  1. Ne mutlu ki bir kaç gündür yoğun değilim :)))) Geç kaldım ama yazılarını ancak okuma fırsatı buldum ve de çok beğendim.Darısı nice paylaşımların başına...

    YanıtlaSil
  2. teşekkür ederim.:-) nice yoğun olmayacağımız günlere...

    YanıtlaSil