Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

26 Ekim 2010 Salı

cep telefonlu hayatlar...

'huuopp, Adana çık aradan!' esprilerini anlayan gençler var mı?

Ben çok şanslı bir kuşaktanım sanırım, belki de benim kızım da ileride aynı şeyleri söyleyecek. Ben doğduğumda evlerde telefon yoktu, televizyon yoktu.

Dört yaşıma geldiğimde evimize televizyon gelmişti. O zamanlar tek kanal, siyah beyaz yayınlar, Tuna Huş'un sunduğu haberler, belirli saatlerde bir kaç program vardı. Neyse, belki de o zamanın televizyon dizileri başka bir yazı konusu olabilir.

Ben şimdi telefona döneyim.

Evlere telefon geldikten sonra aransak da aranmasak da telefon çalabilirdi, tanımadığımız bir insanın sesini duyduğumuzda başka bir şehirden arandığımızı anlardık, nedense o zamanlar aynı şehirdeki insanlar birbirlerini pek aramaz gibiydi sanki, telefonlar Konya'dan, Ankara'dan bağlanırdı. Biriyle konuşurken hatlar karışır, başkalarının konuşmaları dinlenebilir ya da başka bir yeri arayan biri aradan, siz kimsiniz diye çıkıverirdi. İşte o zamanların esprisiydi, çık aradan Adana ya da Konya...

Telefonlar manyetoludan başladı, tuşlulara kadar ilerleme gösterdi. Sokaklarda jetonlu telefonlar vardı, babam ortaokula başladığımda beni özellikle iskeledeki jetonlu telefonun oraya götürerek, telefonu nasıl kullanacağım, jetonu nasıl atacağım konusunda ders vermişti. Şimdi neredeyse ilkdoğanların eline bile telefon veriliyor ya da çocuklar artık telefon ve klavyeyle doğuyor diyebiliriz.

Kızımla aramda 29 yaş var, ama şu anda kızım için jetonlu telefon artık müzelik oldu, manyetolu telefon desem anlamayacak bile zaten. Şu anda kendisi internete girebileceği bir cep telefonu aldırmanın peşinde, kendince benimle pazarlık yapıyor.

Cep telefonları yeni çıktığında cep telefonum olduğunu belirtecek bir davranış yapmaktan kaçınıyordum, hele ki sokakta yürürken telefonla konuşmak, yemekte cep telefonunu masaya koymak benim için büyük görgüsüzlüktü. Şu anda o kadar alıştım ki, sokakta çok rahat telefonla konuşabiliyorum, ama hala toplu taşıma araçlarında bağırarak konuşanlara alışamadım. Bir de toplu taşıma araçlarında kendinden geçercesine sohbet edenler, dedikodu yapanlar, sevgilisiyle kavga edenler beni dumura uğratıyor. Sonuçta bu bir telefon, bir amacı var, bir amaç bu kadar mı saptırılır amacından? Oluyor işte...

Son zamanlarda internetin telefonlara girmesiyle yeni (eskidi bile) bir çeşidimiz ya da çeşnimiz de oldu: Blackberry'ler

Her yerde maillerinize bakabiliyorsunuz, yemekte, arada, sokakta, tuvalette... Yoğun iş temposu nedeniyle dışarıya gittiğinde maillerini okuyamayıp işlerinden geri kalanlara büyük 'kolaylık'. Öyle bir kolaylık ki, artık insanlar ellerinde Blackberry'leri ile uyumak zorunda hissediyorlar kendilerini, çünkü çok iş var, yapmak zorundalar ve yoksa işlerini kaybedebilirler. Hep daha hızlı, daha da hızlı ve en hızlı olmak zorundalar... Tabii patronları da öyle hissettikleri için gece-gündüz, tuvalette, plajda, yürürken, sevişirken çalışanlarını aramaktan hiç gocunmuyorlar, çekinmiyorlar...

Bir de GSM operatörleri adı altında hayatlarımızın vidanjörleri var, bunlar da bize hizmet olarak, şu kadar liraya bu kadar mesaj hakkı, mesaj atın, mesaj çekin, bitiremeyin, beter olun nidaları arasında parmaklarımıza jimnastik yaptırıyor, bellerimizin incelemediği kadar parmaklarımızı inceltmeye yarıyorlar.

Kızıma bir ara cep telefonu vermek zorunda kaldım, hanım kızım nasıl becerdiyse 10.000 mesaj hak almayı becermiş, bir ayda bırakın 10.000 cümleyi konuşarak bitirmek, yazarak nasıl bitirebilirsiniz mesaj olarak? Tabii, hak bol olunca, harcamak da boynumuzun borcu oluyor, mesajların çoğu şu şekilde idi:
hmmm; evet; oki doki; yok; niye sesin çıkmıyor; niye yazmıyorsun; sıkıldım; yazsana; nbr; slm, vs...

Bu kadar çok mesaj yazacağım diye ıkınınca olan Türkçe'ye ve güzel dilimize oldu, birden bazı harfler buharlaştı, görünmez oldu. Ben hiçbir şey anlamaz oldum, onlara göre kısaltma, bana göre başka bir dil bu.

Bir de cep telefonlarına fazlasıyla duygu yükledik, öyle abarttık ki, ilişkilerimize telefon mesajlarıyla başlayıp, hiç konuşmadan mesajla bitirir olduk.

Bir yerde buluşulacağı zaman artık kimse önceden program yapmıyor, yoldayken buluşulacak kişi aranıyor, ben şuradayım deniyor ve bitiyor. Geçen gün tiyatroya gittik arkadaşlarla, tiyatro saati belli, yeri belli, gerisinin ne önemi var? Tiyatronun oynanacağı alışveriş merkezine gittiğimizde kulağımızda telefon, birbirimize sağa dön, arkana bak, oradan kıvrıl, karşına gelecek dükkanın sol köşesindeyim gibi tariflerle birbirimizi bulduk. Sahi eskiden nasıl buluşurduk?

Hala çalar saatini kullanan var mı? Ben artık cep telefonunun alarmıyla uyanıyorum, ama yatak odamda tutmuyorum. Gençlerin çoğu telefonlarını yastık altı etmeye bayılıyor, çünkü artık telefonları bedenlerinin ayrılmaz bir parçası, ancak ameliyatla alınabilir.

Bütün anne babalar internet ve bilgisayarın zararlarından konuşurken, dışarıya çıkan çocuklarına hemen bir cep telefonu alıyorlar. Almadan halletmenin  bir çaresi, çözümü var  mı, bilmiyorum.

Cep telefonlarında en sevdiğim şey, hatırlatmalar, sürekli ve her yerde hatırlamak için bir şeyleri not alabiliyorum. İlginç olan, yazdığım için o sırada kafama işlemiş olduğu için alarm çalmadan ben o işi bitirmiş oluyorum, acaba sadece bir ajandaya yazarak bu hatırlama işini halledebilir miyim?

Şu anda aklıma gelmeyen o kadar çok şey var ki, cep telefonuyla ilgili olarak... ayranı yokken içmeye, I Phone alan, hava atmak için biriyle konuşur gibi yapanlar örneğin... :-)))

1 yorum:

  1. Çok güzel tespitler yapmışsın ve yazına da güzel yansıtmışsın.Bu arada tiyatroya gitmek için alışveriş merkezinde cep telefonuyla buluşma noktası tespit ettiğin arkadaşın olarak yazın çok hoşuma gitti:)))

    YanıtlaSil