Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

19 Ekim 2010 Salı

feng shui ya da evimin enerjisi...

Benim annem ve babam çok titizdir. Annem ortalıktaki her şeyi bir yerlere tıkar, ortalıkta hiçbir şey gözükmez, ama aradığını da bulamaz. Ben de tam tersi, sahip olduğu her şeyi görmek isteyen, dergileri yerde, bastığı tüm kağıtları sürekli okumak için ortalıkta tutan biriyim, yani kısaca dağınık diye tanımlanıyorum.
Yıllardır feng shuiyi merak ederim, nedir, ne değildir, ne işe yarar, az buçuk bilgim var, kitaplarını aldım, okudum, birazcık anladım. Veeee bir gün bir arkadaşımla konuşurken, bir arkadaşının feng shui uzmanı olduğunu öğrendim. Neyse, birkaç mailleşme, yazıda tanışma ve Ayşen bizim eve geldi.
Sonu gelmeyecek kadar uzun görünen bir sıra insan aşağıya doğru inerken, o sakince bizim eve tırmandı. evde çocuklar oradan buraya koşuştururken içeri girdi. Evdeki kedi dolayısıyla koltukların üzerine serilmiş Ikea örtüleri bir taraflara toplanmış, ortalıkta her yer her yerde bir durumdayken tanışmış olduk.
Feng Shui'de dokuz konu var, ilişki, bolluk bereket, şan şöhret, aile, çocuklar, bilgelik, yolculuk, yardımcı insanlar, sağlık... ben bunlardan ilişki ve bolluk bereket konusunda daha fazla çalışma istedim.
İlişki köşesi bizim evde mutfağın olduğu bölüme denk düşüyormuş, yani evin girişine göre sağına...
Mutfağa girdik, Ayşen şöyle bir baktı ve bir ilişkin var mı dedi. Ben de duymak istemediğim cevabı verdim: Yok!
Hemen başlayalım mı diye soran Ayşen'in ne yapacağını tam olarak anlamamakla birlikte, olur dedim. Sonra mutfaktan neleri atabileceğimi sordu. Ben de şunlar, bunlar olabilir dedim. Sonra birden içimden sanki bir çığlık çıktı sanki ve tamam hocam, sen ne dersen olur derken ellerimi, kollarımı havada Amerikanvari ev düzenleme programlarından birinde bulmuş gibi hissettim.
İki saatlik çalışma sonucunda bütün mutfağı temizlemiş olarak çıktık. Sonuçta mutfaktan verilmek üzere altı poşet dolusu eşya, en az üç torba da çöp çıktı.
Ben anneannemin evinde yaşıyorum, anneannem gittikten sonra ilk taşındığım haliyle bırakmıştım bir çok şeyi. Lavabonun altındaki dolap da böyle fazla el değmemiş olarak kalmıştı. Dolabın içindeki plastikler, süzgeçler anneannemden kalmıştı, hiçbir zaman onları atmayı düşünmedim, dolabın altından bir şey almam gerektiğinde, onları görmeden, farketmeden bir kenara iter, işimi yapardım, sanki onlar duvarın bir parçası, fayansın bir tanesiydi ve mutfaktan ayrılamazdı, elin bir parmağı, parmağın uzantısı tırnak gibi, et tırnaktan ayrılır mı...
birdenbire plastikleri dolabın dışında gördüğümde kısa süreli bir şaşkınlık yaşadım ve sonra onları attık. Bu olayın şokunu bir süre üstümden atamadım. Niye mi şoka girdim? Bir plastiği atmakla şoka mı girilir?
Hayır tabii ki... Beni şoka sokan, yıllarca evde duran şeylerin nasıl da evle bütünleştiği, görülmediği,işe yaramadığı, kullanılmadığı halde nasıl da evde yer tuttuğu konusu idi.
Sonra karar verdim, beş yılda bir evden taşınmalı, taşınılmıyorsa ev, en küçük deliğine kadar ayağa kaldırılmalı. Unutulmuşlar, küflenmişler, eskiler, örümcek ağları bir bir ortadan kaldırılmalı.
Şimdi evde bir hafiflik, bir hafiflik... Eve her gelen şaşırıyor, çünkü artık evdeki durağan enerji yok, enerji hareket ediyor. Mutfağı da daha ergonomik kullanabiliyorum.
Teşekkürler Ayşen...

aysenustunay@blogspot.com adresinde Ayşen'in yazılarını okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder