Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

13 Aralık 2010 Pazartesi

Bir muayene öyküsü...

Eskiden beri bir şeyler yapmam gerektiğinde büyük strese girme potansiyeline sahibim. Bu büyük oranda gidilecek yeri bilmediğimde, bilip de başıma neler geleceğini bilmediğimde olan bir şey.
Yıllar önce eski kocayla yılbaşı için Viyana'ya gideceğiz, o beş gün kalacak, ben ise 11 gün. Ben heyecandan iki gece uyuyamadım, ya vize vermezlerse... Eski koca o sırada fosur fosur.... Neyse, gittik, başvurduk, sonunda bana giriş-çıkış tarihleri yanlış vize, eski kocaya da fazladan günleri olan vize verdiler... Sonra ben tekrar gitmek ve tekrar başvurmak, her şeyi sıfırdan yapmak zorunda kaldım. Bu kadar stresin sonunda ne olabilirdi ki zaten?
İşte aynı psikolojiyi günlerdir arabamı muayene ettirme konusunda yaşadım. Kasım'ın sonunda biten muayene, daha bitmeden sırtıma bir küfenin içinde yerleşiverdi. Sanırsınız, dünyanın başka bir sorunu yok, ben muayene yaptırınca ormanlar çoğalacak birdenbire, öyle bir duygu bu...
Günlerce kime, nasıl yaptırırım diye düşündüm ve ne öğrendim, kurallar değişmiş, herkes kendi arabasını götürecek, yok götüremiyorsa birine vekalet verecek. Eh, vekalet demek, noter demek, bunun için işten izin almak, notere gitmek, tabii bunun için önce birini bulmak demek... Oooooof, uzun iş, ben giderim, tamam....
Nasıl yapılacak peki?
Direkt şirketimizin muhteşem şoförü Faruk'a gittim ve ağlamaya başladım.
-Faruk, nasıl yapacağım, nasıl gideceğim?
-E-5'ten gideceksin, Doğuş Oto'yu görünce hemen gir sağdan. Ağabeyim  yarım saatte bitirdi işini, randevu alacaksın.
Hah, tamam, randevu süper fikir, fazla beklemem de...
Önce internetten girdim, siteyi buldum, okudum, okudum. Allahım, hangi sayfadan, hangi sayfanın hangi köşesinden randevu alınıyor. Sayfaları açtım, kapadım, geri gittim, başka linklere tıkladım veeeeee sonunda çağrı merkezi telefonunu aramayı akıl ettim.
Evet, telefon açınca her şey daha kolay oldu, randevuyu aldım, bu arada hangi istasyondan randevu alacağımı unuttum, neyse, telefondaki çocuk anlayışlı çıktı, o teker teker istasyonları sayarken, hatırladım: Esenyurt
Ben randevuyu aldım, ertesi gün haberler, hava durumu, gazeteler bas bas bağırmaya başladı: İstanbul'a kar geliyor, İstanbul karlar altında kalacak, dikkat, dikkat...
Allahım, kar, sevgili kar, lütfen biraz bekle, hemen gelme, komşuda dinlen biraz, daha önümüzde koskoca bir kış var, gelirsin, hele dur,ben şu muayeneyi bir yaptırayım.
Bir yandan da düşünüyorum tabii, randevuyu iptal etsem, ooooof, bir daha ne zaman giderim, ya bu arada ceza yersem, ama karda nasıl gideceğim oralara?
Bir yandan da meleklerden torpil istedim, lütfen kar yağmasın, lütfen her şey yolunda gitsin, sevgili melekler bu durumu size havale ediyorum.
Bir yandan teslimiyet duygusu içinde olmaya çalışmak, bir yandan olamamak, yıllardır bunun üzerinde çalışıp, hala korku duymak, gidip gidip başa dönmek, yürüyüp koşup, sadece bir arpa boyu yol almış olmak...
Aman ne hoş!
İşte böyle, sen kendini eğit, eğit, eğit, sonra günlük hayatta donk diye duvara toslayıveriyorsun.
Haftasonu çok soğuk olmakla birlikte, tutmayacak kadar kar yağdı, yani hem kar mutlu oldu hem de ben. :-)
Cuma günü stresten Faruk'tan  adresin yazılı, çizili, anlatımlı halini almayı unuttuğumu ancak  pazar akşamı farkedebildim. Neyse ki internet var ve Tüvtürk sitesinde istasyonların krokileri de var. Baktım, baktım, baktım ve hiçbir şey anlamadım. Bunun için de yol perilerini devreye soktum.
Sabah kendimi dışarı attım ve benzin alıp devam ettim.
Avcılar'a kadar her şey iyiydi, sonra kendi kendime konuşmaya başladım, nerede bu, hah şurada bir sorayım...
Bir benzin istasyonunda çok güzel bir tarif aldım. Horoz nakliyatı geçince hemen sapacaktım, ooooh, bu çok kolay, biliyorum ben orayı...
Konu yol olunca, durum benim o yola ilk kez tek başıma gitmem olunca benim yolları karıştırmam ve kaybolmam ilk şıktır.
Tabii ki Horoz Nakliyat'ı kaçırmışım ve fazla ileri gitmişim.
Bir benzin istasyonu ziyareti daha yapıp, yolu sordum, ama kimse bilmiyordu, o sırada yan taraftan bir erkek kılığına girmiş yol perisi geldi ve bana yolu sağdan gir, ikinci sağdan gir, sola dönünce ilk sağdan sonraki sol kolda derken elini, kolunu sallayarak ve bir eliyle diğer koluna vurarak görsel olarak da anlatmaya başladı.  Adamı dinlerken bir yandan ağlamaklı bir suratla sağları ve solları sayıp aklımda tutmaya çalışıyordum.
İstasyonu ancak giriş kapısını geçtikten sonra farkedebildim ve geri geri gitmek zorunda kaldım.
İçeri girdiğimde, bana giriş kaydını yaptırmam gerektiği söylendi.
Bir kalabalık, bir kalabalık, aman Allahım, bu ne? Ama ben randevu almıştım.
Tam bu sırada oturan adamlardan biri, randevu yalan, bekleyeceksin demez mi? Ama ben işten izin kağıdı almadım, hemen işimi bitiririm sandım.
İşyerinden bir arkadaşı arayıp geç kalacağımı ve nedenlerini anlatmaya çalışırken şarjım bitmez mi? Çok hoş, ne kadar hoş, bayılmak üzereyim.
Sonra öğrendiğime göre, randevu saatine göre kayıt alıyorlarmış, yani çok da büyük bir sorun yok.
Yıllardır özenip özenip bir türlü içimden ortaya çıkartamadığım dişilik enerjisini orada yayamadığım için, bir salon dolusu erkeğin içinde birden bir yenge, bir bacı, bir kızkardeş konumuna gelip, empati yapılası bir mahluk oluverdim.
Ben de hemen oturacak bir yer bulup, kitap okumaya başladım, bu arada aklımda kocaman bir soru işareti, ben vergi dairesinden borçlu olmadığıma dair bir kağıt almadım, ama duvarda buna benzer bir şey yazıyor. Of, ya muayene olamaz, bu kağıt eksik derlerse... Tam o sırada yanımda oturan ağabeyim konumundaki adama, en şirin kızkardeş edasıyla soruyorum ve ohhhh, kağıda gerek yokmuş.
O sırada ding dong ve kırmızı dijital sayı tabelasında benim numaram belirdi. Frigidaire markasının kadın modeli olan danışman bayan evraklarımı istedi, ağzının içinden dışarıyı çıkan sesi duyamadığım için beni fırçaladı, ben o sırada elimdeki bütün kağıtları heyecandan etrafa saçtım, kendime gülerek sakinleşmeye çalıştım ve son fırçamla artık oradaki işimin bittiğini öğrendim.
Dışarıya çıkınca görevli ağabeyime giderek, şimdi ne yapacağım ben dedim. Beklemeliymişim ve adım anons edilince arabamı getirmeliymişim.
Amanın, anons dediği şey, eski otobüs dinlenme tesislerindeki kakafoninin rahatlamış hali... Bunu ben nasıl anlarım yahu diye karalar bağlamışken, muhteşem ismim yankılandı.
Arabam sıraya girdikten sonra, yaklaşık 15 dakikada işi bitti. Giriş kaydı için aldığım numara kağıdında saat 8.23 ve çıktığımda ise 9.16 idi.
Evet, kabus gibi geçen günlerden sonra, bugün her gördüğüm kişiye Nobel ödülünü kazanmışım duygusuyla, ben arabamı bugün muayene ettirdim, hiç korkulacak bir şey yok, derken buldum.
Bundan sonraki muayene tarihim: 13 Aralık 2012, yani 12 Aralık 2012'de dünya batmazsa ertesi gün bu deneyimimden tekrar yararlanacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder