Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

10 Aralık 2010 Cuma

bir mektup...

                                                                                                    Istanbul, 10 Aralık 2021

Sevgili Nesrin,

Yıllar geçti görüşmeyeli, birden  nereden çıktın diyeceksin, biliyorum. En sonunda adresini buldum, bir yazayım dedim.
Ne günlerdi, değil mi?
Stres diz boyu, ama biz amma gülerdik. Her sabah birbirimize rapor verirdik. O kadar uzak otururduk ki, birbirimize bir türlü birbirimizi ziyaret edemedik. Eh, ne de olsa düşünmemiz gereken bir benzin parası durumu vardı. :-)
Seni düşündüğümde hep gülümsüyorum, aklıma şöyle bir sahne geliyor: Koskocaman bir kartonu yırtıp, arasından suratını çıkartıp, dudaklarını büküp, gözlerinle gülüyorsun. Arada çıkardığın sesleri maalesef taklit etmem mümkün değil.
Eh, ben de az komik değildim. Hatırlıyor musun, bir gün elimde bir kumaş parçasıyla gelip, monitörü silerken, sileyim abi demiştim, sen de yerlere yatmıştın. Ama ilk şaşkınlığın gözümün önünden gitmiyor.
Bir de tabii kulaktan kulağa yaptığımız dedikodular var, birbirimizi gaza getirip çalışmaya çalışmamız, arada dini ve enerji dolu sohbetler, bu arada ben hala Allah'ın 99 ismini ezberleyemedim. Sen ne durumdasın acaba?
Ne komik, uzun yıllardır hiç görüşmedik, neden görüşmedik, onu da hangimiz biliyor, bilmiyorum ama, yine de bir araya gelsek, herhalde kaldığımız yerden devam ederiz. Büyük olasılıkla sadece eski günleri yad etmekle yetinmeyiz. Ne dersin?
Kürşat neler yapıyor, öyle güzel anlatıyordun ki, Kürşat'ın yaptığı yemekleri, hazırladığı sofraları, her seferinde çok merak ederdim, ama bir türlü tanışamadık kendisiyle. Benim için hala biraz Gizem Adam sıfatını taşıyor.
Fr. Rösch'ü hatırlıyor musun? Ne komikti, ben ona alte Hexe (yaşlı cadı), o da bana Farbhexe (renk cadısı) derdi, öyle şaka kaldıran insanlarla çalışmak gerçekten harika, yoksa tekstilin stresine bu kadar uzun süre dayanamazdık herhalde.
Hakan neler yapıyor? Amanın,  yoksa adı Yiğit miydi ya da Mehmet mi? İlk tanıştığımızda yoktu o, sonradan nasıl tanıştınız, nasıl yakınlaştınız hiç hatırlamıyorum. Ne ketumdun ama, onu anlatana kadar bayağı uzun bir süre geçmişti. İlk başta çok kıskanmıştım, yani anlıyorsun işte, nasıl kıskandığımı. Sen o kadar uzun süre konuş, konuş, bir sürü espriler yap, sonra kadın gitsin, birini bulsun ve anlatmasın. Nasıl kıskanmam? Ben o kadar yalnızken, olacak şey mi? Neyse, en sonunda ben de birini buldum da, artık o mu beni buldu, ben mi onu, Allah biliyor, ama en sonunda dualarımız kabul olmuştu.
Bir iş yerinde insan para için çalışıyor, ama huzur olmazsa o parayla aldığı yemekler de lokma halinde boğazına takılıyor. Biz çok şanslıydık, güle oynaya çalışır, hayatın içinden rolümüzü oynar, akşamları en doymuş halimizle çıkardık iş yerinden, çünkü gerçekten çalışırdık, ama var ya, harbiden iyiydik, bazen çalışırmış gibi yapalım diye dalga da geçerdik. :-)
Yıllar çabuk geçiyor, saçlarımızdaki aklar arttı, görüşmez olduk, ama bir yerlerde olduğunu bilmek güzel.
Bir gün bir yerlerde karşılaşıp, önce geçmişi yad edip sonra da yönümüzü geleceğe çevirmek dileğiyle...

Seni çok seven
Banu

PS: Aslında bu yazı, Öğretmenler Günü yazımda Nesrin'in adı geçmediği, bu yüzden bana kızdığı ve benim, tamam ya, sana özel yazı yazacağım dediğim için yazıldı. :-)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder