Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

24 Aralık 2010 Cuma

Bir izin günü...

Sevgili Günlük,

Suna'yı ne kadar sevdiğimi bilirsin, 17 yıllık bir arkadaşlık, dostluk, kankalık, zor zamanları paylaşmış olmak ve zor zamanlarda yanyana olmak, destek olmak, bunlar Suna adının altında benim hissettiklerim.
Uzun süre Suna ile sıkışık zamanlarda buluşunca uzuuuun bir zamanı paylaşmak farz olmuştu, biz de Suna'nın izin günü olan Noel gününde işi kırmaya ve felekten bir gün çalmaya karar verdik.
Planda Suna'nın servisle, benim arabayla işe gelip buluşmamız vardı, ama ben buluşma yerine vardığımda Suna'nın servisi kaçırdığını ve metrobüsle geldiğini öğrendim. Şirket yakında olunca, ben de işe gitmeye karar verdim. İzin günüme biraz çalışarak başladım. :-)
Suna geldiğinde ilk iş Yeşilköy'e gittik. Arabayı Polat otelin yakınlarına park edip sahile indik... Ohhh, en sonunda genişlik duygusu... Son zamanlarda yaşadığım, İstanbul'un üstüme gelmesi, sıkışık trafikte yol almaya çalışmak, çoğalan binalar bir anda ortadan silindi, geniş bir deniz manzarası ve düz bir alan, geniş, yeşil...
Yürümeye başladık, Yeşilköy sahili de parsellenmiş, ama hayvanlar tarafından. Örneğin bir yerde köpekler var, sadece köpekler, biraz gidince sadece kedilerin olduğu bölüme geliniyor ve bir sürü kedi yanyana oturmuş, dinlenenler, kendini temizleyenler, güneş altında mayışanlar...
Bir süre sonra toplu martı bölgesi geliyor ve ardından kurumuş çimenlerin arasında dalgalı hareket eden serçeler...
Uzunca bir süre yürüdükten sonra, Kırmızı Koltuk isimli çay bahçesinde oturup kahvaltı ettik. Oranın sahipleri olan mafya köpekler gelene geçene havlıyorlardı. Bir ara yanımızdan ayı kafalı, homeless bir köpek geçti. Köpeğe homeless ünvanını biz verdik, çünkü üzerine mavi, kötü kesilmiş kumaştan ve alttan tuttturulmuş bir köpek giysisi giydirilmişti. Maalesef fotoğraf makinemiz olmadığı için maalesef görsel kayıtlara alamadık.
Sahildeki dönüş yürüyüşünde, tuvalet arayışımız sırasında genç bir çocuk tarafından beslenen ördeklere rastladık. Genç çocuk kışın müşteri az olunca onlarla ilgilendiğini ve çok mutlu olduğunu söyledi.
Bu kadar çok hayvan gördükten sonra, Suna'ya görmediğimiz ne kaldı dedim ve cevap 'kurt' olarak geldi.
Konuşmaya dalmış yürürken yan taraftan değişik bir ses geldiğinde dönüp bakmamla yerlere yatmam bir oldu. Üç tane zebraya benzeyen keçi parkın ortasındaki direğe bağlanmıştı. Keçilerin üstlerinde zebraların yelelerine benzeyen bir tüy görüntüsü olduğu için onlara zebramsı keçi demeye karar verdik.
Yerlerden toplandıktan, ama keçilerin oraya nasıl geldikleri, ne yaptıkları, kime ait olduklarını çözemeden yola devam ettik.
İkinci durağımız İhtiyarhane'de Fofo'yu ziyaret etmek oldu. Babaannemin kızkardeşi yaşamla ölüm arasında, yatağında yatıyor. Onu görmek çok güzel, ama bir yandan her seferinde bana çaresizliği yaşatıyor. Diğer kimsesiz yaşlıların Noel'ini kutlayıp, İhtiyarhane'deki kocaman yılbaşı ağaçlarını, Noel süslerini, duvar resimlerini inceledikten sonra, oradan çıktık ve Bebek'e doğru sahil yoluna girdik.
Karaköy civarında ben okul anılarımı tazelerken, yan tarafımızdan üstümüze doğru bir motorsiklette, sürücünün ön tarafına oturmuş, güneş gözlüğü takmış bir köpek geçtiğinde, artık sözün bittiği yerdi, ama ben konuşmaya karar verdim:
'Bugünü asla unutmayacağım!'
Suna'dan cevap:
'Tabii ki unutmayacaksın, hale bak!'
En sonunda Bebek'e geldik, arabayı İşpark'a bıraktık, yani kaldırımın sahibine.
Bebek İskelesi'nden Kanlıca'ya geçme planımızı saatler tutmadığı için gerçekleştiremedik.
Bebek Kahvesi her zaman hoş bir yer olmuştur, ama artık eski hali pek kalmamış, içerisi bir tuhaf, eskinin kıraathane (kitap okunan kahvehane) kültürünün örneklerindenken, şu anda bu hava tümüyle sönmüş, öne doğru büyümüş bir yer olmuş. Bu haline çok üzüldüm, ama sigara yasağı olunca sahiplerine yapacak başka bir şey de kalmamıştır herhalde. Bir de tabii artık kahvaltıdan tutun da fettucine, soğuk ve sıcak sandviçlere kadar her şey bulunuyormuş yemek için, yani kısaca Kahve olayı artık sadece isimde kalmış.
Yine de sadece denize bakmak ve sakinliği yaşamak, Suna'nın sürekli yinelediği gibi saate bakmadan ve bir yerlere yetişmek zorunda olmadan orada oturabilmek muhteşem bir hafiflikti.
Veee yine yürüdük, bu sefer Rumelihisarı'na doğru... Eskiler, yeniler, anılar, yadedilen kişiler sohbetimize konu başlıkları oldu.
Bu arada ben waffle yemeyi kafaya koydum. İçi Nutella'lı, ananaslı, çilekli ve karamel soslu bir waffle... Bütün yürüyüşte giden iki gramı yüz katıyla yerine koydu. Bu arada sadece iki waffle için 18 tl ödemek, waffle ne kadar güzel olursa olsun, biraz koydu. Neyse, ne yapalım, bu da böyle olsun diye yutkunmakla yetindik, ama sanırım ikimiz de o sırada soğuk su içmek yerine, soğuk duş almayı yeğlerdik. Belki biraz içimizin enayilik durumu soğuyabilirdi.
Artık ayrılma zamanı... Suna'yı metroya bıraktım ve evin sokağına arabayı parkettim. Bu güzel gün için önce Suna'ya, sonra da bizi oradan oraya taşıyan, konfor sunan arabama teşekkür ettim.
Gün henüz bitmedi.
Arabayı parkettikten sonra, kuaföre gittim ve saçımı kestirdim. Offf, yine beğenmedim. Şimdi işyerindekilerin çenesini dinle, yine olmamış, şu kuaföre git, hayır, benimkine götüreceğim ben seni nidalarıyla yükselen imagemaker mesleğine sahip olma isteklerini benim üzerimde denemek isteyen arkadaşlarımın yorumları....
Kuaföre gitme ve geri dönüş yolunu da yürüyerek katettim. Kısaca bugün en az 13 km yol yürümüş oldum.
Şu anda her tarafım ağrıyor, yarın sabah nasıl kalkacağım acaba?
Ama o kadar güzeldi ki, hava güzel, gök maviydi, işe giden enayiydi ve biz enayiliğe bir gün ara verdik. İyot kokusuna, sohbete, yürüyüşe doyduk, çok da iyi yaptık.
Aferin bize:-)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder