Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

1 Ocak 2011 Cumartesi

Yeni yıla girerken...

Bazı şeyler sadece insanlar için yaratılmış. Binalar, müzeler, kitaplar ve tabii ki zaman…
Hangi hayvan ya da hangi ağaç geçen zamanın farkında ve bunu umursuyor? İnsanlık ne zaman, zamana bu kadar çok anlam yükler oldu ve ne zamandır yılbaşı bu kadar önemli? Bu kadar değer katılarak, anlam katılarak kutlanıyor, neden bu kadar insanlara bu kutlama stres yaratıyor?
Sadece ve sadece bu kadar anlamı yükleyen bizleriz, her şeye bir isim, bir anlam katma çabası herhalde içimizde egonun ve statü değerlerimizin bir dışavurumu…
Yine herkes yılbaşı programlarını sordu, Aralık ayının yarısının sıcak geçmesi, yılbaşı havasının olmaması için en büyük etken oldu. Yine de yılbaşı ağacımızı süsledik ve altına hediyelerimizi koyduk. Artık Noel babaya inanmayan kızımla birlikte internetten hediyelerimizi seçtik ve hediye alım işini bir saat içinde oturduğumuz yerden hallettik.
Bu yılbaşı kızımın partisi vardı evde. Ben ilk defa bu kadar süslü girmek istedim yeni yıla. Saçımı bir hafta öncesinden en sonunda renk katarak ve yüzüme uygun bir kesimle, içime sinerek hallettim ve bir hafta boyunca, saçım hakkında yapılan yorumlarla mutlu oldum. Aslında bu yorumlar beni yoruyor, şurasını şöyle yapsaydın, sana böylesi daha güzel giderdi, yine değiştirmedin mi kuaförünü, eski tarz kesimler yapıyor, sana modern saçlar gider, daha fazla kısaltma, küt yaptır, hareket verdir, vs, vs, vs… çooook yoruldum. Neyse, bu sefer yorum yapanların %100’e yakını mutlu olduğu için sadece gülümsemek ve teşekkür etmek yeterli oldu.
Bir de tabii manikür ve pedikür olayı vardır beni geren. Kuaförde saatler geçirmeyi sevmediğim için, fön makinelerinin sesi, kuaförlerle sohbet edebilen ve dertleşebilen kadınların bana verdiği şaşkınlık duygusu, fön makineleri sustuğu anda ortaya çıkan televizyondaki müzik kanalından gelen şarkı adı altındaki bağırtılar beni rahatsız eder ve elimden geldiğince kuaföre gitmekten kaçarım. Ama bu sefer ne olduysa, yeni yıla gerçek bir kadın gibi girmek isteği doğdu içimde. Sanırım son zamanlarda yaptığım onca çalışma, dişilik enerjimi arttırdı.
Allahtan işten erken çıktık ve ben kendimi eve atar atmaz uyudum. Sonra gelen bir telefon sesiyle tam zamanında uyanıp kuaföre gittim. Biraz erken gidince, araya da bazı alınacak kaşlar girince biraz bekledim, ama ilk defa beklerken rahat olduğumu hissettim, aslında içimde evde hazırlık yapmamı gerektiren bir stres vardı.
El tırnaklarıma yılbaşı rengi sürdürdüm, bordomsu, ışıltılı bir kırmızı… Ayak tırnaklarım ise boyasız kaldı, nasıl olsa çorapların içinde kalacaklar ve hala bir erkek tarafından görülme umutları yok.
Eve gelmeden önce son alışverişi de yapıp, cips ve içki yılbaşısına takılanların ardından kasada paramı ödedim ve eve gelir gelmez kendimi mutfağa attım. Söz konusu benimle birlikte yılbaşını kutlayacak dört adet ergen ve bunlardan ikisi zaten fazla bir şey yemiyor. Makarna salatası, sosis, patates salatası, kızımın yaşgününde yapılmış ve onay almış neskafeli pasta, nugget, önceden sarılmış, sadece kızartılacak sigara börekleri… İçecek olarak meyve suyu…
Patates ve makarna için aynı sosu hazırladım. Sigara böreklerini kızartırken,  sosisleri fırın tepsisinin üzerine alüminyum folyo serip uçlarından dörde kesip dizdim. Makarnalar haşlanırken patatesleri doğradım, sosunu ekleyip dolaba kaldırdım. Masayı hazırlarken krem şantiyi çırptım ve neskafeyi içine döktüm. Bisküvileri kırmak zaten çok kolaydı ve hayat kurtaran borcamın içine karışımı döktükten sonra buzluğa kaldırdım.
Kızlar fazla bir şey yemediler, yemeklerin çoğu kaldı.
Bu arada yeni yıla doğru evden çöpleri atmak için çıktım. Artık yırtılmak üzere olan, en sevdiklerimden olan ve bana en çok yakışan kotumu üzerimden çıkarıp çöp torbasına yılın mottosu ‘geçmişi bırakıyorum, yeniye yer açıyorum’ ritüeliyle tıkıştırmıştım. İçimden bir ses şöyle dedi: evet, sevsen de aslında hiçbir şeye sahip olamazsın, bırak gitsin, görevini bitirdi.
Eve gelince kızları tombala oynamaya razı ettim. Yıllardır hiç oynamadığım ve bu aralar içim çok nostaljik takıldığı için tombala oynamak çok iyi geldi, bu arada kızım hiç kazanamadığı halde, yenilmeye alışmış olduğunu ve yine de oyuna devam ettiğini görerek bu gelişimden çaktırmadan mutlu oldum. Devam etmesine karşı içindeki mutsuzluk onda uyku yapmıştı.
Saat geceyarısına ve yeni yıla yaklaşırken, bir poşete koyduğum narı kapıda üç kere yere atarak kırdım. Bu son zamanlarda öğrendiğim bir ritüel, eve bereket getirirmiş. Sonra da nardan herkese verdim.
Ah tabii bir de kırmızı don manyaklığımız var, ‘yeni don giy, donan’ özsözünü hayatıma kazıyan annem sayesinde her yılbaşında kırmızı don giyme alışkanlığım da oldu. Geçen yıldan kırmızı donları dantelli olan kızlar buna uzunca bir süre karşı çıksalar da, benim aldığım Noel baba motifli donların çekiciliğine dayanamadılar.
Bir de tabii tam yılbaşında patlatılan havai fişeklerin görüntüsünü pencereden izlemek muhteşemdi. Bir gökkuşağı bir de havai fişekler, hiç sıkılmadan seyredebilirim ve her seferinde de aynı duygu yoğunluğunu yaşayabilirim.
Eh yeni yıl gelir de, insanlar birbirini öpmez mi? Biz de birbirimizi öptük, kutladık. Artık yeni yıl gelince ne oluyorsa, sanki yeni yılın gelmesinde, zamanın geçmesinde bizim bir katkımız varmış gibi, birbirimizi kutluyoruz. Bu da bir alışkanlık ve her alışkanlığın da bir mantığı olması gerekmiyor, ama sanırım burada yeni yılın verdiği umutlar herkesi sevindiriyor, umutsuz yaşanmıyor sonuçta.
Sabah kalktığımda üşüdüm, kaloriferin derecesini biraz daha açıp tekrar yattım. Meğerse elektrik gitmiş, hem de sokakta sadece iki apartmanın elektriği kesik. Elektrik arızayı aradım ve bir süre sonra geldiler. Saatler süren ve kazı gerektiren çalışma sonunda kabloları farelerin yediği ortaya çıktı. Sanırım fareler dün yılbaşını bizim evin önünde kutladılar.
Yeni yıl bizde böyle başladı, pencereden giren güneş ışıklarının ısıttığı evimizde, elektrik olmayınca çalışmayan buzdolabı ve televizyonun izin verdiği sessizlikle…
Bakalım, bu yıl neler olacak?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder