Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

19 Şubat 2011 Cumartesi

Aşk Tesadüfleri Sever...

Son zamanlarda pek sinemaya gitmiyordum, istisnaların istisnasını yaptım ve bir filme iki kez gittim: Aşk Tesadüfleri Sever…
Yakışıklı Mehmet Günsür ile oyunculuğunu ilerletmiş olan güzel Belçim Bilgin başrolde… sinemanın keşfedildiği,  halk için ya da sanat için yapıldığı, festival için olsun, Oscar için olsun, ne için olursa olduğu yapıldığı her filmde olduğu gibi başrol yine güzel insanlara verilmişti.
İkinci kez filme kızımla gittim, insan çocuğuyla sinemaya gidince sanırım daha bir ebeveyn psikolojisinde oluyor. Bir de tabii filmin akışını bilmenin rahatlığıyla kendimi psikolojik olarak öyle bir hazırlamışım ki, geçen sefer ağlayamadığım her sahne için duble gözyaşı döktüm.
Filmi çok beğendim, çok çok beğendim, çok çok çok beğendim. Geçmişe gidiş gelişler, geçmiş ve şimdiyi bağlamalar, sahneler, dekorlar, ışık bence çok güzeldi.
Aslında bu film bana çok başka şeyleri de gösterdi, bir filmden çok daha gerçek bir dünyayı, belki de benim şu ana kadar fark etmediğim şeyler silsilesi…
Film iki bebeğin doğumuyla başlıyor gibi, ama aslında orada en önemli nokta, iki arabanın birbirine çarpması ve doğumu başlamamış kadının suyunun gelmesiyle doğuma alınması ve filmin ortalarında öğreniyoruz ki, eğer o kaza olmasaymış, boynuna kordon dolanan bebek doğmadan, anne karnında ölecekmiş. Her şerde bir hayır vardır, değil mi?
Filmin ilerleyen sahnelerinde, beğendiği çocukla tanışmak isteyen kızın kaza süsü verdiği bisiklet çarpmasıyla, çocuğun kalbinde aritmi olduğu ortaya çıkıyor ve tedaviye alınıyor. İkinci hayır-şer konusu… Çocuklarımızı dış dünyadan o kadar korumasak da oluyor yani.
Kızın babasının sevgilisine gitmek için evi terk etmesi sonunda annenin güçlü durmaya çalışırken, aslında yıllardır parmağından çıkarmadığı alyansını da fark ettim. Ayaklarının üstünde durmaya çalışırken, evlilik kurumuna nasıl da sığındığını, başka erkeklere, tekrar sevmeye ve sevilmeye nasıl kapılarını kapattığını gördüm, başka gören oldu mu, bilmiyorum.
Beni en çok ağlatan sahne, hayatı boyunca korunarak büyüyen, ama kabuğuna sığamayan, kendine bir hayat yaratmak ve adı gibi özgür olmak isteyen Özgür’ün Istanbul’a müzik yapmak için gitmek üzere yola çıkmadan önce babasının söyledikleriydi. ‘Senin hayatının çerçevesi belli, çerçeve bu kadar, dışına çıkamazsın!’ Bu cümlenin içinde bir anne babanın çocuklarının hayatından nasıl endişe edebileceğini hissettim ve bunu o çocuğun hiçbir zaman anlamayacağını, aslında kendini hapishaneye sokulmuş gibi hissederken, anne babasının tek amacının onun bir gün daha, bir gün daha fazla yaşamasını amaçladıklarını…
Ve bir babanın bu acının verdiği öfkeyle söylediği cümlenin ona nasıl da yıllara mal olduğunu gördüm: ‘Bu kapıdan çıkıp gidersen, benim için artık yoksun demektir!’
Bir anlık öfkeyle söylenen, altında ‘başına neler gelebilir, ben bu acıya nasıl dayanırım, her gün ölmemek için seni silmek zorundayım’ duygularını ya da buna benzerleri barındıran, ama yıllarca oğlunun bu yüzden affedemediği, belki de aslında anlayıp da bunu bir türlü gösteremediği baba…Yaşanan acının bedeli bu kadar ağır mı olmalı?
Babasının ölümüne yakın oğlu için doldurduğu kasede söylenenler, her anne babanın kulağına küpe olmalı ve çocuklarına bir hayat dersi olarak aktarmaları sağlanmalı:
‘Sana , senin çerçeven bu kadar, demiştim, ama artık anladım ki, önemli olan çerçeve değil, çerçeveye koyduğun resimdir!’
Kadının evlenmeyi düşündüğü, ama sonra bunu yapamayacağını anladığı Burak’ın  Özgür’ü yağmurun altında baygın gördüğünde, taksiyle hastaneye götürürken çalan telefonda, kısa süre önce kendini terk eden, sevdiği kadınla karşılaşması ve bunu son derece olgunlukla karşılaması ve insanlık görevini sonuna kadar götürmesi bence takdire şayandı… İnsanların terk edildikleri zaman öfkelerinden neler yapabileceklerini ve soğuk yenen intikamın nasıl alınabildiğini göz önüne alırsak, bir ders alınması gerekli bence bu sahneden.
Ama bir yandan da Burak’ın, sevgilisi Deniz’in başka birine aşık olduğunu duyduğunda ilk sorduğu sorunun, yattınız mı olması içimi ürpertti. Erkekler aşkı sadece yatak olarak mı değerlendiriyor? Sadece bir an benimlesin diye mutlu oldun mu, sorusunun altında neden bir yatak olması gerekli? Neden erkekler ayrılırken, çoğunlukla kadınların yatak hikayelerine takılıyorlar bu kadar çok? Bunun altında başka erkeklerle karşılaştırılma, penis boyu uzunluğu ölçümlerinin sonuçlarıyla başa çıkamama, ten kokusu sorunu mu var? Yine buna takıldım.
Filmin sonunda beklenenin aksine erkek yerine kadın öldü, erkeğin bedeninde yaşamaya devam ederek… hayatlarının başlangıcından beri birbirlerine bir şekilde hayat veren çift, çift bedenden tek bedene indi. Bir erkeğin kalbinin yerinde sevdiği kadının kalbinin olması nasıl bir şeydir? Bir erkek yıllarca içinde sevgisini sakladığı kadının kalbiyle yaşarken, tekrar sevebilir mi, tekrar başka bir kadınla birlikte olabilir mi, olursa suçluluk duyar mı? Bu nasıl bir ders, nasıl bir büyüme, nasıl bir olgunlaşmadır ruh için?
Kendimi kah aldatılmış, hayalleri yıkılmış, ama her  şeye karşın kocasını seven annenin yerine, kah hayat amacının peşinden gitmek isterken, sevgilisi tarafından sırf bu yüzden aşağılanan, sonraları içi pırpır eden, mutluluk sarhoşu Deniz’in yerine, kah sadece sağlığı elvermediği için isteklerine gem vurmak zorunda kalan ve eli kolu bağlanan Özgür’ün yerine, kah çocuğunun sağlığı için her an endişelenen, çaresizliğin kollarında nefesi kesilen anne-babanın yerine koydum, hepsi ben oldum, ben hepsi oldum.
Sinemadan çıktıktan sonra, yolda bir kamyonet gördüm, üstünde ait olduğu firmanın sloganı vardı:
Resimsiz çerçeve bedensiz ruha benzer…
Nokta.

1 yorum:

  1. slm batuhan ben istanbuldan 0531 880 14 71 ateşli mutsuz EVLİ BEKAR DUL BAYANLAR aldatmayi merakediyosan ara tanısalım görüşelim gizlilik içinde buluşalım sınırsız sex yasayalım uzaklık ve yaşınız sorun degil sms watsap lina viber var mutsuzsan ara erkekler gaylar top aramasin

    YanıtlaSil